Ben erdemden başka zenginlik tanımıyorum. ( İbn-i Sina )

27 Nisan 2010 Salı

SİMİT - ÇAY KEYFİ


SİMİT - ÇAY KEYFİ

Varlıklısından yoksuluna, patronundan işçisine, öğrencisinden öğretmenine velhasıl yediden yetmişe tüm Türkiye'nin vazgeçemedikleri ata yadigarı bir tattır simit. Simit aynı zamanda Türkiye'nin ilk fast-food'u dur.

Eski zamanlarda, genelde Safranbolu ve Kastamonulular'ın mesleği olan simitçiliğin kendisine özgü kurallarıda varmış. Bilhassa İstanbul'da Galata, Kumkapı, Samatya ve Beylerbey'indeki fırınlar imal ettikleri kaliteli simitlerle nam salmışlar. Bu kaliteli simitlerin hamuru un, su, şeker, susam ve tuzla karıştırılıp yapılır; hamur mayalanınca parçalara ayrılıp halka biçimi verilir, daha sonra da pekmezli soğuk suya atıldıktan sonra susama batırılıp fırına verilirmiş. Eski ustalara göre simitin kaliteli olması için piştikten sonra 22 ayar Osmanlı altınının rengini almış olması şartmış.

Evliya Çelebi'nin ünlü "Seyahatnamesi" nde, 16. yüzyılın ikinci yarısındaki gözlemlerinden, İstanbul'da simitçilerin 70 fırında, toplam 300 nefer olarak çalıştıklarını; bunlardan kimisinin de bağlı oldukları fırınların çırakları olarak fırın hesabına çalıştıklarını öğreniyoruz. Ancak, simitçilerin bir araya gelip bir cemiyet kurmaları 10 Haziran 1910 tarihinde gerçekleşmiş; simitçiler, "Ekmekçi ve Börekçiler" adıyla kurulan cemiyetin içinde yer almışlar.

Araştırmacı Yazar Uğur Göktaş'ın belirttiğine göre, eski İstanbul'da simitçiler günde beş posta, fırınlardan simit alır ve her defasında değişik semtlerde satarlarmış. Gecenin karanlığı ile beraber son postayı alan simitçiler, kalabalıkların biriktiği meydanlarda, sepetlerinin ya da tablalarının köşelerine geçirdikleri uzun çubuklara simitlerini takarlar, görünebilmeleri için de üstlerine küçük bir fener iliştirirlermiş.

Eskiden olduğu gibi günümüzde de sabah erkenden kalkıp evde birşeyler atıştırmaya vakit bulamayanlar, yoldan aldıkları sıcacık simiti yiyerek açlıklarını giderirler. Hele yanınında bir bardak sıcak çay varsa simitin keyfine doyum olmaz. Değişen yaşam biçimiyle, Türkiye'nin ünlü simiti ve simitçileri de ister istemez değişime uğradılar. Yakın zamana kadar, üzerine istif edilmiş simitlerin bulunduğu açık tablayı, başlarının üzerine koydukları içi pamukla doldurulmuş kumaştan yapılmış küçük bir yastık üzerinde hiç düşürmeden büyük bir ustalıkla taşıyan seyyar simitçi esnafı yavaş yavaş kaybolmaya; yerlerini belediyelerin öngördüğü şekilde, simitlerini, üzerleri camla kaplı el arabalarında satan esnaf almaya başlamıştır. Günümüzde simitler, her ne kadar 22 ayar Osmanlı altınının renginde olmasa da, simit ve simitçiler kentin gündelik hayat kültürüyle özdeşleşmiş yerlerini aynı şekilde korumaya devam etmektedir.

Kaynak: Turgay Tuna 6/98 Skylife

7 yorum:

ali zafer sapci dedi ki...

Paylaşımlarınızı samimi buldum ve severek okuyorum. Teşekkürler.

ümmühan dedi ki...

Verdiğiniz bilgiler için teşekkürler Fuat Bey
Kocaeli'nin simitini hiç bir yerde yemedim ben, 22 ayar Osmanlı altını görmedim ama mutlaka o renktedir

Ferkay dedi ki...

Öncelikler ziyaretiniz için teşekkür ederim.
Sebze sğırlıklı beslenmeyi çok sevdiğimden bloğunuzu çok sevdim. Bundan sonra takip listemdesiniz.

Baharcicegi dedi ki...

Bizde Türkiyeye ilk girdigimizde yedigimiz sey simit olur,citir citir yaninda tavsan kani cayla bogaza karsi hayali bile güzel

keskinli dedi ki...

gercekten ata yadigari yani vatana gelince bizimde ilk isimiz hemen simite sarilmak oluyor:))
ziyateriniz ve yorumunuz icin tesekkürler saygilar...

potila dedi ki...

Bende de simit + ayran ikilisi en güzel yemeğe bedeldir.Çok güzel bir paylaşım.
Teşekkürler...

mandalincikmazi dedi ki...

Aaaa simit e yani İzmir lilerin deyimiyle gevrek e fast-food demek haksızlık olur bence :))
fast-food zararlıdır biliyorsunuz oysa simit öylemi ucuzdur ama zengin de olsanız fakirde olsanız insanı sağlıklı bi şekilde doyurur...
Sevgiler....