Ben erdemden başka zenginlik tanımıyorum. ( İbn-i Sina )

13 Kasım 2010 Cumartesi

KİM BİLEBİLİR

 KİM BİLEBİLİR
Günahkâr bir adamdı. Ayık gezmezdi. Bütün bir köy halkı yaka silkiyordu adamdan. Ölse de bir kurtulsak, diyorlardı. Bir karısı vardı adamın, bir de kendisi. Hiç çocukları olmamıştı. Köy halkı böyle bir adamın zürriyetinin olmadığına memnundu. Kadın ise adamın haline üzülse de ses çıkarmazdı, çıkaramazdı. 
Otuz yıldır evliydiler, döverdi, kızardı, her gün biriyle kavga ederdi. Ama kocasıydı işte, erkeği idi. Adam iyice yaşlanmıştı artık. Öksürük nöbetleri uykusunu bölüyor, iki basamak merdiven çıksa nefes nefese kalıyor, titreyen elleriyle sigarasını zor sarıyordu. İyice zayıflamış, zaten kısacık olan boyuyla bir çocuk gibi kalmıştı. Kadıncağız ellerini açıp dualar ediyor, ahir ömründe olsun şu adamın hali biraz düzelsin diye yalvarıyordu ALLAH'a. Adam bir sabah evden çıktı, fakat ertesi sabah oldu, dönmedi. Tan yeri ağarırken kadın aramaya çıktı kocasını. Kim bilir yine nerede sızıp kalmıştı! Köyün üst tarafındaki çeşmenin başına gitti önce, orada içerdi adam, bulamadı. Yakındaki tarlaları aradı, köyün dört bir yanına baktı, yoktu. Eve gelmiştir belki diye koşarak geri geldi, hayır, dönmemişti. Güneş inmek üzereydi, bir acele abdest aldı, namaza durdu. Duası bitmek üzereydi ki, kapının çalındığını duydu. Kocasıydı gelen. Adamın yüzü sapsarı kesilmişti. Öksürüyor, eliyle göğsünü işaret ediyordu. Kadın koluna girdi kocasının, güç-bela sedire kadar taşıdı. Uzandı adam, karısının yüzüne baktı, ağlıyordu. Doğrulmak ister gibi yaptı, hakkını helal et diyecekti, lafının sonunu getiremedi başı yastığa düştü. Ölmüştü...
Kadıncağız kocasının başında epey bir ağlayıp feryat etti. Biraz kendine gelince gözlerini sildi, yemenisini bağladı. Kalktı, imamın evine gitti.
-Hocam... diyebildi hıçkırarak, bizim ki... Söyleyemiyordu, ama İmam Efendi durumu anlamıştı. Kadının yüzüne baktı, köylü ne der diye düşündü, bocaladı. "O mendebur bir kez bile caminin kapısından içeri girmedi, kaldırmam onun cenazesini" deyip kapıyı kapattı. Kahroldu kadın. Nereye gitsem, ne yapsam diye düşündü. Kimseleri yoktu ki, çaresiz eve döndü. Yıkadı kocasını, sandıktan çıkardığı beyaz bir çarşafa sardı, omzuna aldı, mezarlığın yolunu tuttu. Camini köşesinden dönerken, muhtar ve köylülerin kendisine doğru gelmekte olduğunu gördü. Bir kez daha düğümlendi boğazı, cenazesi omzundan kayarken, dizlerinin üstüne çöktü, ellerini yüzüne kapatıp ağlamaya başladı. Hışımla yaklaştı muhtar "Onu nereye götürüyorsun" dedi, "mezarlığa gömeyim deme sakın! Sağlığında biz çektik, bir de ölülerimiz çekmesin o herifin elinden..."
Kadın gözlerini çarşafın üstüne dikmiş, öylece duruyordu. Birden bağıramaya başladı, delirmiş gibiydi sanki. Kalabalık yanından korkuyla uzaklaştı. Cenazesini tekrar yüklendi, köyün dışına doğru yürümeye başladı. Kan ter içinde kalmıştı kadın, artık adım atacak hali yoktu. Kendi kendine; "Şuracığa gömeyim adamımı, dedi, kimseler rahatsız olmaz burada... " tam o anda bir ayak sesi duydu, irkildi, bir çobandı gelen. Kadıncağız her şeyi olduğu gibi anlattı. Üzüldü çoban, gözleri doldu.
-Dert etme, dedi, ben yardım ederim sana.
Bir çukur kazıp cenazeyi gömdüler. Çoban başucunda durdu mezarın, ellerini açtı, dua etti. Birkaç çiçek buldu kadın, toprağın üstüne serpti. Çobana dualar ederek evine döndü. Yorulmuştu. Camın kenarına oturup uzaklara daldı. Uyuyup kaldı oracıkta.
Ertesi sabah imamın kapısını telaşla çaldı muhtar. Bir yandan tokmağı vuruyor, bir yandan da "imam efendi, imam efendi..." diye bağırıyordu. İmam korkuyla açtı kapıyı. -Bir rüya gördüm, dedi muhtar, hocam o berduş, o serseri adam cennetteydi, bana gülüyor, hakkım sana bile helal olsun, diyordu. Rüyayı duyan İmamın benzi attı, kendisi de hemen aynı rüyayı görmüştü. " Gel hele, içeri gel..." demeye kalmadı ki, köyün delisini gördüler. Koşarak geliyor, bir yandan bağırıyor:
-Demedin mi ben, demedim mi size, rüyamda gördüm, rüyamda...
Birkaç köylü daha benzer rüyalar gördüğünü söyleyince, kadının yanına gitmeye karar verdiler. Özür dileyecek, kendilerini affettirmeye çalışacak, bu arada işin aslını öğreneceklerdi. Bir şeyler olmuştu ama neydi? Eve
vardıklarında kapıyı açan kadın şaşkındı. Kapıyı yüzlerine kapatacak oldu, yapamadı. Gelenler olan biteni anlatıp özür diledi, cenazeyi nereye defnettiğini, neler olduğunu sordular. Kadıncağız her şeyi anlattı, can kulağıyla dinlediler ve çobanı bulmaya karar verdiler.
Bir yandan yürüyor bir yandan aralarında konuşuyorlardı: Bu çoban bir evliyaydı herhalde, belki de Hızır'dı, aslında ölen adam da o kadar kötü bir adam değildi. Tarif edilen yere geldiklerinde çoban koyunlarını otlatıyordu. Gelenleri görünce ayağa kalktı, hayırdır inşallah, dedi. Oturdular, onlara süt ikram etti, konuşmaya başladılar. Çoban söylenenlerden hiçbir şey anlamamıştı, cenazeyi nasıl defnettiklerini anlattı.
-Ben garip bir kulum, dedi; cenazeyi defnettik, başucunda durup bir dua ettim sadece, hepsi bu... Merakla nasıl bir dua ettiğini sordular, çoban da söyledi:
-ALLAH'IM, ben dağda koyunlarımı otlatırken kulların gelirler yanıma, selam verirler. Senin selamın ile gelen senin misafirindir der, ağırlarım. Süt ikram eder, azığımı paylaşırım. Şimdi de ben sana bir misafir yolluyorum, onu da sen ağırla...
ALINTI

6 yorum:

üryan dedi ki...

Kendini Allah yerine koyanlara atılacak en sağlam tokatlardan biridir bu hikaye..
vaktiyle ben de nakletmiştm..
teşekkür ederim bu güzel paylaşım için.

Bir Terazi Kizi... dedi ki...

Yine cok güzel bir paylasim olmus,simdiden Hayirli bayramlar Fuat bey,size ve ailenize...

Elmas Kalkanlı dedi ki...

Aileniz ve sevdiklerinizle birlikte hayırlı bayramlar geçirmenizi ve daha nica bayramları sağlık, huzur ve mutlulukla karşılamanızı dilerim.

gül dedi ki...

çok acıklı. ben hıkaye diyemiyorum çünkü günümüzde böyle şeyler çok oluyor.birde paranın ve imanın kimde oldugunu allah bilir.hayırlı bayramlar.

Ferkay dedi ki...

Çok duygulandım.

Lütfi Mutluer dedi ki...

Bu linkte mimlendiniz :)

http://www.anindayorum.com/2010/11/derin-bir-mim.html